Hakan Gürsoytrak’ın Neo-kavramsal Resimleri
Resmin Türkiye’deki popülerliği yadsınamaz ve bu durum açıkça, pazar yönelimli güdümlemeler bir yana bırakılırsa, resmin sözlü kültürle modernist ilişkisiyle ve sanatçıların işlerine eskiden beri süregelen bağlılığıyla yakından ilgili. Bir meslek olarak tuvale boya sürme, hala sanat yapmanın en makbul kategorisi. Koleksiyoncular ve ticari galeriler gerçek ressamlara, gösteriş düşkünü ve arsız dahi olsalar, “gerçek sanatçılar” olarak saygı duyuyorlar. Ancak, sanatseverler ve sanat profesyonelleri için, resim hala hem sanatın kaynakları hakkında düşünmenin bir aracı, hem de bilinçdışını ve insanın davranış biçimlerini çözmeye yarayan bir ifade zenginliğinin alanı.
Günümüz sanat üretiminde ve sanat ortamında, video-bilgisayar-sanatı veya fotoğraf resmi gölgede bırakmış gibi, ama şu da açık, aynı araçlar, aynı sürecin sonucunda, farklı bir boyut ve ivmeyle, resmin içerik ve biçimini güçlendirdiler. Girdiği neo-kavramsal, neo-gerçeküstü ve bir tür neo-soyut yönle resim sanatçı ve izleyici arasında hala önemli bir aracılık kategorisi. Günümüz resmi kavramsal olarak ele alındığında haz peşinde, uyum sağlayıcı, akademik veya süslemeci bir üretim eylemi değil. Kaçınılmazlıkla uyumlu bir eylem; nitekim elektronik medyanın kirlettiği izleyicinin eleştirel, zihinsel ve duygusal boyuta sahip bu tür farklı görsel bağlılıklara da acilen ihtiyacı var. Resmin temsilin konuya dökülmesinin kadim aracı olduğunu düşünmekten vazgeçebilirsek, göndermelerini ve doğrudanlığını kavrar, bunların tadını çıkarırız.
90ların ikinci yarısından beri Türkiye’de yapılan resimler 70’li ve 80’li yıllarda kendilerini toplumsal gerçeklik amaçlarına adamış bir grup ressam tarafından da uygulanan resim dilinde temellenen bu tür bir bağlılık yansıtıyorlar. 90lardan beri, başka bir muhalif ressamlar grubu da bu yolu izliyor, ama gazetelerden ve diğer fotoğrafik kaynaklardan cömertçe faydalanıyor, dümdüz temsil edilebilecek olan hakikati oldukça yüksek bir öznellikle kullanıyor ve hakiki bir gündelik yaşam deneyimi de yüklenerek izleyicinin görsel düşüncesini bilgilendiriyor ve esinlendiriyorlar. Komik, kitsch ve popüler kültürü bir araya getirip bir iki ölçü de gerçeküstücülük ekleyen bu ressamlar, şüphe yok ki resimsel nesne ve üslup üzerinde hayal ettiklerinden çok daha büyük bir etkide bulundular. Bu ressamların her biri, popüler kültür, sanat tarihi ve şu anda uluslararası sanat ortamına egemen dijital ve video sanat eserlerinin saldırısı karşısında ve bu saldırının üzerine çıkarak, tuval üzerine boyanın kaçınılmazlığına olan inançları üstüne inşa ettikleri üsluplarıyla ana yol olarak resmi seçti. Hakan Gürsoytrak da, çoğu İstanbul’da yerleşik, özellikle de son derece karmaşık bir kentsel kültüre sahip İstanbul’un genel manzarası boyunca yaşandığı haliyle günümüz deneyiminin içine işlemiş kırılma ve parçalanma hissine resimleri, fotoğrafları ve eylemci organizasyonları ile ya doğrudan ya da belirtisel olarak seslenen bu sanatçılar grubuna bağlı hissediyor kendini. Siyasi ve ekonomik kargaşa ve dönüşümüyle son otuz yılın tedirgin zamanları en yüceltilmiş biçimlerini, halkın gerçeklik hissini parçalayan post-modern göstergeler sistemindeki çöküşü acımasızca ifade eden resimlerde buluyor. Modernist anlam yükünün ağırlığı, kimliklerin keskin bir şekilde mutasyona uğratıldığı alan olarak toplumsal bedenden, her tür –yoksulluktan ayrımcılığa, duygusal aşırı yüklenmeden, küresel kapitalizm ve elektronik medyanın istilasına- baskı altındaki savunmasız birey bedenine kaymış durumda.
Bu gözle bakıldığında Hakan Gürsoytrak’ın resimlerini, hala psikolojik ve toplumsal işleve sahip resimler olarak kategorize etmek gerekir. Şüphe götürmez bir şekilde, çağımızda kültür krizini aşmak için gerekli bir göstergeler zinciri oluşturuyorlar. Güncel toplumsal ve siyasi ilişkilerin bunaltıcı karmaşıklığını kavrama ve temsil etme kapasitesini kaybettiğimizden, bu tür bir resme kesinlikle gereksinimiz var. Sanal gerçeklik tarafından desteklenen veya manipüle edilen aşırı gerçeklik de, düşsel olan tarafından bir şekilde doldurulması gereken bir boşluk yaratıyor. Gerçeklikle aramıza eleştirel düşünme ve yorumlama için gerekli uzaklığı koyabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz simgesel temsilin çöküşüyle yüzleşemediğimiz bir aşamaya gelmiş durumdayız. Eğer gerçekliğin simgesel yapısı çöktüyse, psikosomatik davranış kural haline gelmiş demektir. Bu noktada, Gürsoytrak’ın resimleri aklıbaşındalığın ve normalliğin kenarlarını keşfetme yollarını gösterir izleyiciye.
Bu alan, tuvalleri hep tanıdık, yergi dolu figürler, önemsiz, sıra dışı ve sapkınlıkla umutsuzluğun kavşağı hakkında kalabalık sahnelerle dolu Hakan Gürsoytrak için tanıdık bir arazi. Figürler toplumsal ve siyasi kodların tuhaf olanın imasıyla yoldan çıkarılan düşsel kesişmelerine yerleştirilmiş. Görünmez ve bastırılmış olan, toplumun kâbuslarının siyasal güdümleme ve arzuların saydam eklemlenmeleri haline geldiği imgelerde yansıtılıyor. İzleyici güncel kamusal eylemler, günlük olaylar ve sokak gerçekleri hakkındaki bu temsili ve çatışmacı resimler karşısında aynı anda hem rahatsızlık hem de doyum hisseder. Küresel kapitalist imgelerin egemen post-medya temsillerinin açıkça tersine işleyen bu tanıdık ama uyarıcı sahneler içeren resimler dizisi günlük hayattan, siyasal olaylardan ve toplumsal hicivden sahneler sunar. Gürsoytrak’ın, içeriği günlük hayatın tüm boyutlarını yansıtan, fotoğraflı haberciliği veya çizgi bantları çağrıştıran öykücü imgelerinde yerel olaylar ve şehir görünümleri güncel birer efsaneye dönüşür.
Gürsoytrak resim yüzeyinde izleyici için tanımlayıcı bir sahne, bir bakış diyalektiği kuran ve bir görme ahlakına işaret eden senaryolar yaratır. Bu resimler, anlamın yaratıcısı da olabilen izleyiciyi davet eder. Genellikle fotoğraf ve sinemayla bağlantılandırılan bu biçim izleyiciyi hem sorumluluk yükleyerek ayrıcalıklı kılar hem de suçluluk duygusuyla onun güvenini sarsar. Gürsoytrak için bu bir tür programlı isyankârlık, başlangıçları Türkiye’de resmin post-modern tarihinde 70lerin ve erken 80lerin resimlerinde olan bir özelliktir. Ancak bu değerlendirme, sözde sosyalist resme, üçüncü dünya ülkelerinin soğuk savaş dönemindeki kendine özgü resim stiline yönelik eski bir kuşkuculuğu uyandırma sakıncasını da taşır. Gürsoytrak, belli ki kalkıştığı maceradan son derece emin ve bu süreçte büyük bir gürültü çıkarmak peşinde değil; zanaatının geleneksel erdemlerine bağlı ve öykücü bir irade ortaya koyuyor.
Gürsoytrak son derece tanıdık bir kavram olan imge üzerine çalışıyor. Konusu açık: birey, toplum ve devlet arasındaki çekişme. Çalışmaları bu mücadelelerin ötesindeki rahatsız edici bir dünyanın işaretleri olarak işliyor. Bu içeriğin birçok tanımını ima ediyor ve kendilerini bütünüyle görünür kılıyorlar. Gürsoytrak, gazete fotoğrafçılığını ivme olarak kullanarak resmedilen sahnenin yumuşak dış çizgilerini çizer ve akabinde kendini imgeyi resmetmenin iç taleplerinin rehberliğine bırakır. Yüksek bir ressamlık ölçütü hedeflediği açıktır ama aynı zamanda serbest formlar, ifade dolu benekler ve biriken tekrarlar arası bir karşılıklı oyun da hedefler.
Figürleri her zaman bir işin, bir eylemin ortasında veya bir olaya dahildirler. Tam olarak ne yaptıklarını veya bunu neden yaptıklarını çıkarmak güç değildir; konu ekonomik veya günlük siyasi meselelerle yakından ilişkilidir. İşçi sınıfına, kapitalizmle ilgili meselelere ve dışlanmış kitlelere olan süregelen ilgisi yüzünden, defalarca filtreden geçirilmiş göndermelerin altından Marksizm vurur. Kara mizahla yüklü de olsa bu, post-ideolojik eğilimlerin incelikli izleyicisi tarafından şüphecilikle karşılanacak bir ideolojik bileşendir. Gürsoytrak böyle bir şüpheciliği göğüsleyecek kadar kararlıdır.
Gürsoytrak’ın resimlerinde devam eden tüm o ağır çalışma, sürülen kamyonlar, doldurulan tanklar, tamir edilen makineler veya otomobiller veya hatta düğün veya şölen sahneleri, kavramsal olarak anlaşıldığında, haz peşinde, uyum sağlayıcı, akademik veya süslemeci bir eylem değildir, yüzeyde kapitalizmin dünyası içinde toplumsal fayda veya bireysel kara işaret eder görünen, kara mizahla açıkça güçlendirilmiş bir ifade söz konusudur. Resimler, bu anlamda, akla gelebilecek en rahat şekilde huzursuzluk verirler. Gürsoytrak, ideolojiler defteri kapanmış bir çağda, geride kalan estetiğin artıklarını yerden alıp ilk bakışta göründüğünden daha rahatsız edici bir gerçeği hatırlatır bize: Sosyalizm artık moda değil ama küreselleşmenin de çözümlere gereksinimi var.
Beral Madra, Kasım 2007
İngilizceden Türkçeye tercüme eden Nazım Dikbaş