Hakan Gürsoytrak, 41.

 80 darbesinde lise mezunu oldum, nam-ı değer Şişli Siyasal’da okumaya başladım, ancak, m.ü.i.i.b.f.’den diploma aldım.

O yıllarda, Homeros’u, Bostancı-Bakırköy belediye otobüs seyahatleri veya şehir hatları vapur seferlerinde okuduğumdan olsa gerek, sanat anlayışım Odyseus’us maceralarının benzeri bir çeşit kent hikayeleri üzerine temellendi.

Azgelişmiş ülkelerin dış ticaret politikaları üzerine ödev yazmak için aldığım beyaz çizgisiz kağıtlara resimler çiziktirmem bardağı taşıran son damlaydı. Artık az gelişmiş ülkelerin, ‘çok’ gelişmiş sanat ortamına adayacaktım kendini.

Profesyonel öğrenci olarak, günlerim eğitim-öğretim kurumlarında geçti. Siyasalı bitirip Akademi’de resim okudum. Şimdi de resim okutuyorum. Evet efendim, resim okunan bir şeydir, derim. Seyirlik eşyalar boyamıyoruz tabi ki. Resmi bana çizgi romanlar ve karikatürler sevdirdi. Okumaz da resimlerine bakardım bir zamanlar. O zamandan bu zamana görüntünün içeriğindeki anlamın okunduğuna inanırım. Bugün buna ikonografi diyorlar yada kodlama teknolojik ağızla.

Akademiyi ev ile karıştırdım, tecil vermedikleri için ara verip gidip döndüğü vatan-i görevimden sonra. Yakışıklı topçu zabiti zaten asker çocuğu olarak dünyaya gelmişim, her Türk evladı gibi doğuştan bir ‘Mehmet’ olduğumu kısa zamanda anladım. E, üç-dört darbeyi çeyrek yüzyıllık hayatına sığdırmak her dünya vatandaşına kolay, kolay nasip olmaz. Bunun kıymetini hep bildim, hiç vefasızlık etmedim.

A.B.’ye girme arifesinde ise 200 yıllık modernleşme hayalinin batılılaşma ile karıştırılarak, gene biçimlerin içinin boşaltılmasından, içeriksizleştirilen batı formlarının devralınmasının memleket gençliğini A.B.’nin paralı askerine dönüştürmesinden endişe ediyorum.Elimde değil şaşkınlıktan dudağımı ısırmayayım; nedir Yarabbim bu memleket insanın bu kültürel taklaları diye. Modernleşmeyi insanına kıymet vererek gerçeklemek, yani sosyal hizmet veren devlet  olmak çok mu zor idi de, yerine, para gelecek, ticaret yapıcaz, herkes Avrupa’da yaşayacak gibi derme çatma, yalan hayaller vaat ediliyor. İkiyüzlülüğün insan karakterlerine işlemiş olması, gündelik davranış şekline dönüşmesi insanı kaygılandırmaz da ne yapar? İkiyüzlülükler insanı şizofren eder. Kuşkuculuk ise şizofrenik yaşam biçimlerine, yaşam yönlendirmelerine bir bakış yöntemidir.

Her şeylerimize kadar nüfuz eden bir durum, onlarda var bizde de olsun zihniyeti. Onlar yani ötekiler, ötekisine benzeşmeye çabalayan, öteki öteledikçe bundan hayıflanan bir ruh durumu. Sanata da sirayet ediyor tabi ki yaklaşım. Ödünç alınan her bir batılı-çünkü dikey yüksek kültür batıya aittir- biçim-biçem içeriksizleştirilerek akademikleştiriliyor. Sahte özerklik alanları yaratılıyor: Aydının fildişi kulesinde kendi topluluğuna sunduğu kendi ‘elitizmi’, bakın onlar yaptı ben de yaptım benzetmeciliği. Aydınlarımızın kafasında kendi topluluğuna  bakış, bir ötekinin diğerine bakışı oluyor; Oryantalistleşiyor, yabancılaşıyor. Endüstrileşmenin getirdiği yabancı değil bu dikkat edersek; kendi kendisi ile yüzleşmekten korkan bir ikiyüzlülük. Modernleşme projesindeki başarısızlıkları, bir sorgulama potansiyeline çevirmek yerine ‘yok saymak’ gözlerden ırak tutarak, gönüllerden de ırak kalacağını sanan bir kurnazlık bu. Elitizm, sanat beğenisinin ahlakçı duvarlarına çarptığında ise gelenekçiliğin tutuculuğuna eşdeğer bir ‘oto-sansür’ mekanizması ile özdeşleşiyor. Sanatçının hayatta kalma ve iş yapma sürecinde sanatın satılma ve satılamama olasılıkları kocaman soru işaretleri ile kendi kendini sansürlettiriyor sanatçıya. Sanat piyasası markalaşan sanatçılarının satılmama riskine karşı genel beğeni baskın çıkıyor. Özgünleşen, özerkleşen çoğu sanatçının aslının, orijinalinin ise başka bir yerlerde olduğu biliniyor.

hakan gürsoytrak,

“Üçümüzden Geldi”, Karşı Sanat Çalışmaları, Ocak 2005 sergisi için özgeçmiş niyetine yazılmıştır.